Sobayı özledim ben... Benim çocukluğum çatır çutur hatta annemin tabiriyle “ gürül gürül” yanan sobalı bir evde geçti... (Alttaki resimdekine çok benziyordu sobamız şömine gibi yanarken görüyordun içini... )

Sobalı evlerde büyüyenler bilir... Sıcaklığından öyle çok yararlanırsınız ki... Sabah kalktığınızda ev zaten soğuktur... Anneniz kalkar sobayı yakar. Tabi o arada çayı koymuştur... Eğer soba yanmadan uyandıysanız yataktan çıkmanıza asla izin yoktur.
“Soğuk üşütürsün çıkma dışarı “
diye söylenirken eğer yorgandan kollarınızı dışarı çıkarmışsanız tehditkâr bakışlar karşısında tekrar sıcacık yatağa gömülürsünüz :) Soba güzelce yanmaya başlar, oda ısınır, o sırada kahvaltınızı hazırlayan anneniz sobanın üzerine bir tel koyar. O telin üzerine bir önceki günden kalan ekmekler dizilir... Çaydanlık ta sobanın üzerindeki yerini alır... Bazen de soba yandıktan sonra o mis gibi ekmek kokusuna uyanırsınız... Sabah haberleri açılmıştır ve çizgi film izlemek için bin bir türlü şaklabanlık yapmaya hazırken sıcak ekmeğin üzerinde erimiş tereyağı ve mis gibi kokan ev reçeli aklınızı başınızdan alır...

Kahvaltıdan sonra güğüm sobanın üzerine konur. Sürekli sıcak su vardır evde... Sobanın üzerindeki tel’e çamaşırlar asılır, mis gibi kokular sarar etrafı... Hatta yemekte sobanın üzerinde pişer ağır ağır ve o sobanın üstünde pişen yemek kadar tat vermez büyüdükten sonra hiçbir şey...

Kestanelerde sobada pişirilirdi... Elleriniz yana yana onları sobanın üzerinde alıp soymak... Ne büyük keyif... Sucuklar bile sobada pişirilirdi korların içinde... Sonra portakal / mandalina kabuğu koyup, yanık kokusunu mazoşistçe koklardınız... Oda is koktuysa ya da misafir gelecekse, sobanın üzerine evdeki kolonyadan sıkmak olurdu ilk işiniz... Sobanın sıcaklığıyla yayılırdı koku tüm evi kolonyayla yıkamışçasına... Kolonya damlaları zıp zıp zıplayıp sonra kapağın etrafında fır dönerek buharlaşırdı ve onu izlemek kadar keyfili bir başka şey daha bilmiyorum sanırım... Hatta bazen böyle görsel bir şölen yaşamak için su dökerdim sobanın üzerine... Sonrasında bir terlik hali hazırda başımın üstünden teğet geçerdi... Annem:
“ Yapma demedim mi sana çatlatacaksın sobayı, getir terliğimi...”
“Hem atıyorsun hem de geri istiyorsun pışııkkk getirmem dövüceksin dimi “
Derdim...Keşke şimdi de fırlatsa...
Hatta hiç unutmuyorum bir defasında terliği yerine sobanın maşasını fırlatmıştı annem... Tabi kaçtığım için maşa bana değil kapıya isabet edip bir delik açmıştı kapıda... Maşayı çıkartana kadar peşimden bağırmıştı
“ Baban akşam gelsin söyleyeceğim görürsün sen... Sopalık evlat...”
Çocukluğum o sobanın maşasını ve annemin kalın topuklu terliklerini saklamakla geçti desem pekte yalan olmaz sanırım :)
Bizim evde sobanın en önemli aksesuarı üzerindeki dökme tuğlaydı... Annem her sabah tuğlayı sobanın üzerine koyar diğer odalardan geldiğinde de o tuğlanın üzerine biraz sıcak su döküp bir beze ya da havluya sarıp ayaklarının altına koyardı... Hasta olduğumda o tuğlayla gezmek zorunda kaldığımı hatırlıyorum :)

Evimiz İstanbul’un kenar semtlerinden birindeydi.. Çook eskiden Bakırköy’e bağlıydı... Sonradan ilçe oldu... Bakırköy’e bağlıyken hiç unutmam su tankerlerinden su taşırdı annem... Tüm komşular seferber olur, kapının önüne gelen tankerlerden büyük bidonlarla su alınırdı... Çocukluk işte o tankerlerin başında beklerdik annelerimiz su bidonlarını kenara çekerken sıramızı kapmasınlar diye... O tankerden alınan sular güğümlerde kaynatılır, leğende sobanın yanında yıkanırdım... (Malum banyo soğuk., benimde zırt pırt bademciklerim şişerdi o zamanlar...)Annem temizlik hastası denebilecek kadar titiz olduğu için ben yıkanacağım zaman mahalleli ne oluyor diye kapıya dayanırdı
“Adam öldürüyorlar yetişin “
çığlıklarım yüzünden...
“ Sus ! Su sıcak olmadan temizlenmezsin, pasaklı ”
derdi annem...
O tankerlerin zamanında elektrik kesintileri hayatımızın bir parçası olmuştu adeta... Elektrikler kesildiğinde – ki özellikle geceleri kesilirdi – Sobanın kapağını açıp, tavana yansıyan alevlerin yaptığı ışık oyunlarını izlemenin keyfi bambaşkaydı... Böyle ışıksız gecelerde annemin beni önüne oturtup koluma taktığı ve sardığı yün çilelerini hatırlıyorum... Hem babama gün içinde olanları anlatır hem de bir taraftan
“dik tut kızım”
derdi...
Ben çok sıkıldığımda da babam elleriyle o sobanın ışığında gölge oyunları yapardı... Tavşanlar, kurtlar, kuşlar ve yanık mandalina / portakal kokusu...
Çookk Özledim çookk...