İzleyeli saatler geçti... Yumruk yemiş gibiyim sanki... Detaylarıyla fena çarptı bu film beni...
Kafamın içinde hâla çalan 45’likler; Nil Burak, Ayla Dikmen, Hümeyra... Gözlerin konuştuğu, dilin başka şeyler anlattığı o uzun final sahnesi... Sözlere dökülemeyen içsel konuşmalar... Çılgın Kalabalıktan Uzak - Thomas Hardy... Havuçlu tarçınlı kek...Puslu Kıtalar Atlası’nın ucu kıvrılan sayfası... 2. el bir kitabın içinden çıkan Arap alfabesine ait rakamlar...Aşk yemeğinin içine bir tutam anne yüreği, bir tutam aile özlemi, bir tutam İstanbul güzelliği ve şarap...
— Benim bardağımdan kahve içmenin sebebi paylaşmak için değil, bir an önce bitsin, buradan gideyim diye. (Ada)
— Ben sadece ben olmamalıyım şimdi. Sanki bana baktığında kendi hayatından bir an yakalamalısın. Bir hikâye olmalı. Sevdiğin herkes, her şey, o an ben olmalıyım.(Ada)
—Sana tek bir şey söyleyeceğim ve gideceğim... Karların üstünde donmak üzeresin, uyku tatlı geliyor şimdi ama aslında öldüğünün farkında değilsin!(Ada)
— Ben çok şey yaşadım... Çok şey tükettim... Kendimi de hayatı da her şeyi... Kanımda bir mikropla yaşıyorum... Ben seni haketmiyorum, daha iyilerine layıksın
— Küçücük bi toka benimle alay etti (Alper)
—Sen oradaydın ve bir gün benimle tanışacağını bilmiyordun... Sen dizime yattın, ben bir hikâye anlattım ve sen büyüdün...Kafamda bir hikâye. Bilirsin bunu çok severdim. İkimize bir " mutlu son " yazdım sonra. O evde seninle birlikte oturduk.Sustuk..Yanımda durdun sessizce.. Ve bu sondu.
Gözümdeki yaşları kimseler görmesin diye sinemadan kaçarcasına uzaklaştım... Sinemadan ilk çıktığımda ne kadar yalnız, ıssız olduğumu fark ettim...
“Kimi bu kadar çok sevdim? “ sorusu çınladı beynimde... En çok ta bu sorunun cevabının “kimseyi” olması acıttı canımı...
Uzun bir yürüyüş yaptım... Sonra yar’a gidip yüksekten sisler içindeki bu şehri izledim...